Orta Doğu coğrafyasının son yüz yılında silahların ve mermilerin akıttığı kan haritayı kırmızıya döndürdü. Verimli tarım arazileri, madenler, petrol ve su gibi kaynakların paylaşılamaması, etnik ve mezhepsel farklılıklar, kitlesel çıkarlar ve benzeri pek çok şey bir anda parlayan savaşların sebebi oldu. Bölgenin dinmeyen savaşlarının sebeplerinden biri de büyük devletlerin bölgede söz sahibi olma isteğidir. Osmanlıların egemenliği altındaki Orta Doğu coğrafyası, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizler başta olmak üzere Avrupalıların himayesinde yeniden şekillendirilmeye başlandı. Fakat hem yapılan yanlış stratejiler hem de İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’nın belini bükmesi Orta Doğu’daki ülkelerin hamilerinin değişmesine sebep oldu. Amerika, bu kanlı bölgede söz sahibi olup istediği gibi at oynatmak için kollarını sıvadı. Sovyetler Birliği ve sonrasından gelen Rusya ile amansız mücadeleye girişti. Bu mücadeleye daha sonraları Çin de katılacaktı. ABD’nin orta doğuda hakimiyet kurma politikasının temel prensiplerinden birisi bölgedeki karakolu olan İsrail’i güçlendirmektir. Amerika İsrail’e tıpkı 12. ve 13. yy’da haçlıların Orta Doğu’daki misyonuna benzer bir misyon yükledi. İsrail, bölgede tutunup yayılmanın haricinde ABD ve Avrupa’nın bölgedeki varlığını sürdürmesini ve onların coğrafya üzerinde söz sahibi olmasının teminatını sağlıyor. ABD’nin İsrail’in önünü açmakla yaptığı şey, haritayı BOP’a uygun şekilde biçimlendirmek. Bu da bölgede yıllardır süren ve bir türlü bitmeyen savaşların önünü açtı.
Amerika ve Pentagon, İsrail’in güvenliğini sağlamak ona yeni bir müttefik oluşturmak adına ve bölgesel güçleri zayıflatmak için dört parçalı bir Kürdistan kurulmasını amaçlıyor. Bu amaç doğrultusundaki kesin ve net ilk adımı ABD, 2003 yılında Irak’a girmesinden sonra atmıştır. Irak’ın kuzeyinde özerk bir Kürt devleti kuruldu. Amerika bu ilk hamlesinden sonraki ikinci büyük adımı Suriye iç savaşı ile atmış oldu. Beşşar Esad’ın babasından devraldığı diktatoryal bir rejimle yönetttiği Suriye, Arap Baharı’nın etkisiyle iç karışıklık yaşamaya başladı. 2011 senesinde ülkede resmen artık bir iç savaş başlamış oldu. Kan gövdeyi götürdü, milyonlarca kişi ya ölü ya da Suriye’yi terk etti. Ama muhalifler Esad’ı devirmeyi başaramadı. Esad gücüyle ilgili büyük kayıplar yaşasa da İran’ın ve Rusya’nın ona el atmasıyla rejimini ve iktidarını korumayı başardı. Muhaliflerin ele geçirmeye başardığı bölgelerde kısmen de olsa denetimi ele geçirmeyi sağladı. Fırat’ın doğusu ve Suriye’nin kuzeyi ise başka güçlerin kaleleri oldu.
Fırat Nehri’nin doğusunda kürtçü bölücü terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG-PYD’nin temellerini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri özerklik ilan etti. Bu örgütler İsrail ve ABD’nin korumasında ve Rusya’nın da ses çıkarmamasıyla resmiyet kazanma ve uluslararası kabul hevesine girdi. Esad muhaliflerinin toplanma merkezi olan eski adıyla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şimdiki adıyla Suriye Milli Ordusu denilen grupsa Türkiye’nin askeri varlık gösterdiği Afrin, Tel-Abyad, Terablus ve Resulayn’da faaliyetler göstermekte. Bölgede bir de cihatçılar ya da radikal islamcılar olarak kendilerini lanse eden muhalifler var. Bu muhalif grup yaklaşık üç buçuk milyon kişinin yaşadığı İdlib ve civarında etkin durumda ve Ulusal Kurtuluş Cephesi adıyla yönetimdeler. Burdaki idarenin itici askeri gücü, Ebu Muhammed El Cevlani’nin komutanlığındaki Heyetu Tahriru’ş Şam yani kısaca HTŞ örgütüdür. El Cevlani, DEAŞ’ın Suriye temsilciliğini yapmış ve El-Nusra ile Suriye iç savaşında etkin rol oynayan biridir. HTŞ daha sonraları Sünni olan El-Kaide’ye katılmıştır. 2017 yılında ise HTŞ tekrar örgütlendiğini ve El-Kaide ile olan bağlarını kopardığını duyurdu. Fakat HTŞ ile El-Kaide arasındaki ilişki hâlâ herkesin bildiği üzere sürmektedir. HTŞ Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Ama buna rağmen HTŞ Türkiye’nin lojistik destek sağladığı bazı muhalif gruplar ile ilişki içerisindedir.
Bu bahsettiğim tüm örgütlerin ağızlarının suyunun aktığı en büyük ve en önemli yer Halep’tir. Halep, Suriye’nin Anadolu’ya açılan kapısı olması, tarihsel önemi ve deniz ulaşımındaki kolaylığı ile bölgenin göz bebeğidir. Suriye İç Savaşı boyunca çok defa el değiştirmiş olsa da 2016 yılından beri Esad kontrolündedir. 2020 yılında Türkiye-Rusya arasında yapılan Moskova Mutabakatı Esad’ın Halep’teki varlığını güçlendirmiştir.
Suriye’nin kuzeyinde durumlar yıllar içerisinde böyle gelişti ve iç savaş aktiflikten durağana geçmiş gibiydi. Fakat 2023 yılında Gazze’de başlayan olaylar durumları yine karıştırmaya yetti. Hamas’ın 2023 Ekim’deki İsrail’e saldırmasından sonra fitil çakıldı. İsrail bu saldırıyı bahane ederek Gazze’de resmen bir soykırım ve katliama girişti. İran ve İsrail bölgedeki gruplar aracılığıyla dolaylı yoldan it dalaşına girdi. Bu durumdan istisnasız Suriye’de etkilendi. İsrail’in İran ve Hizbullah’a üstünlüğü İran destekli grupların Suriye’deki faaliyetlerini etkinliklerini azalttı. İran güç ve prestij kaybetmeye başladı. Suriye’nin hamisi Rusya ise Ukrayna ile uğraşmaktan başını güç bela kaldırıyor. Putin Kuzey Kore’den asker talep etti ve ilk defa bu kadar zorlandığını belli etti. Ağa babaları zorda olan Suriye’ye bir başka darbe İsrail’den gelmişti. İsrail bir bahane ile Suriye’nin güneyini bombardımana tuttu. Kuzey’deki muhalifler bunu fırsat bilerek yeniden toplanıp hareketlendiler. Esad yıllar sonra yeniden diken üstüne geldi.
Esad’ın diken üstünde olmasının sebeplerinden biri de ABD’deki başkanlık seçimleriydi. Suriye’den çekilmeyi vaat eden Trump seçimleri kazanarak yeniden başkan oldu. Amerika’daki bu iktidardaki değişim, ABD’nin belli bir süreliğine ilgisini orta doğu coğrafyasından uzaklaştıracaktır. Ama bana sorarsanız yeni hükümetin de bölgeden tamamen çekileceğine ben inanmakta güçlük çekiyorum. Amerika bölgedeki askeri varlığını önemli ölçüde azaltsa da beslediği ve güçlendirdiği PYD’yi daha da güçlendirecektir. Çünkü İsrail’in çıkarları ve savunulması Amerika’nın yüz yıllardır değişmeyen belli başı siyaset politikalarından biridir. Vaziyet ve durum böyleyken yeni bir şey daha oldu. HTŞ, Rusya’nın ve Esad yönetiminin İdlib’in güneyine saldırılarını bahane ederek 27 Kasım 2024’te Halep’e bir harekat düzenledi. Rad’ul Udvan adı verilen bu hareketta hiç şüphesiz Amerika destek atmıştır. Ayrıca Türkiye’nin de destek verdiği muhalifler bu harekata destek verdi. Esad bunun üzerine Halep’e destek birliklerini yığdı ve Rusya’nın da yardımıyla İdlib’e hava harekatı düzenledi.
Bu hava harekatındaki mesaj açık açık Türkiye’ye verilen bir mesajdı. Anlayan çok açık şekilde görecektir. Çünkü İdlib’in bombalanması demek burda yaşan üç buçuk milyon kişinin Türkiye’ye göç etmesi demek. Suriye topçu mevzilerinin Türk destekli muhaliflerce enterne edildiği ve susturulduğu bilgileri de kulislerde yankılanmakta. Arkasında İran ve Rusya olmadan bir gücü olmayacağını bilen Esad, HTŞ’nin saldırılarına güçlü bir karşılık verememiştir. Bu yüzdendir ki M4 ve M5 karayollarının bağlantıları ve Halep’in batısı HTŞ’nin ele geçirdiği yerler arasında oldu. Suriye rejimi de bazı bölgelerin kontrolünü PKK/PYD’ye devretti.
Satır aralarını okuyabilenler Halep’in bir kez daha el değiştireceğini ön görür. Peki Halep kimin eline geçecek? Ben yeniden küllerimden doğdum diyen HTŞ’nin mi yoksa onu destekleyen ABD-İsrail’in mi ya da bazılarının iddia ettiği gibi Türkiye’nin mi? Akılları kurcalayan başka bir soru ise Türkiye, Rusya ile yaptığı mutabakata rağmen neden böyle bir işe destek verdi? Ya da bir başka şüphe de Türkiye’nin Rusya ve İran ile arasının açılmasını isteyenler işi Türkiye’nin mi üzerine atıyorlar? ABD bu bölgeyi HTŞ’ye mi bırakır yoksa YPG için mi saklar? Bu işe biz de bulaştık ya da bulaştırıldık. Bundan mütevellit Ankara’nın Halep’te olmasının amacı Kürtler’in buraya musallat olmasını engellemek için mi yoksa kandırıldığı için mi? Böyle onlarca soru birikmiş durumda. Çok bilinmezli bu savaş denklemi ne zaman çözülür, taşlar ne zaman yerine oturur, kazanan kaybeden kim olur bunu zaman gösterir. Bizim yaptığımız boş bir yorumdan ibaret olsa gerek. Vesselam!
