Ortadoğu’nun belki de en tartışmalı liderlerinden biri olan Saddam Hüseyin’e derinlemesine bir analiz yazısı.
Kimileri ona Batı emperyalizmine karşı bir Arap kahramanı olarak bakarken, kimileri ise onu eli kanlı bir diktatör olarak görüyor. Bu yazıda Saddam Hüseyin’in yaşamını ve iktidara geliş sürecini tüm yönleriyle ele alacağız.
Saddam Hüseyin 1937 yılında Irak’ın kuzeyindeki Tikrit kasabasının bir köyünde doğdu. Babası topraksız fakir bir köylüydü. Çeşitli kaynaklara göre Saddam daha doğmadan önce öldüğü söyleniyor. Başka kaynaklara göre ise de Saddam 6 yaşındayken hayatını kaybettiği belirtiliyor. Babasının ölümünün ardından annesi ikinci bir evlilik yaptı ve Saddam çocukluğunun büyük bir bölümünü üvey babasıyla geçirdi. Zor bir coğrafyada, şiddet dolu ve yoksulluk içinde geçen günler Batılı belgelerde anlatılırken ek olarak da Saddam’ın diğer çocuklarla sürekli kavgalar ettiği vurgulanır.
10 yaşında evden ayrılan küçük Saddam, dayısının yanına gitti. Hayatının dönüm noktası olacak olan bu hareketi onun ideolojik bakış açısının şekillenmesine yol açtı. Çünkü dayısı Arap milliyetçisi ve Baas Partisi’ne sıkıca bağlı birisiydi. Saddam’ın gençliği Irak’ın oldukça karışık bir dönemine denk geldi. Ülkede, Birleşik Krallık tarafından başa getirilen ve meşruiyet sorunu yaşayan Şerif Hüseyin’in torunları yönetimdeydi. Irak’ın kaynakları Batı’nın elindeydi ve Irak halkı kendi petrol kaynaklarını kontrol edemiyordu. ”Irak Petrol Şirketi” adı altındaki Batılı bir konsorsiyum, Irak’ın petrolünden kazanç sağlarken, halk bu gelirden pay alamıyordu. Bu nedenle ülkede devrim ateşinin kıvılcımları yükseliyordu.
Irak’ta bu sırada yükselen yeni bir düşünce, tüm Arap dünyasını etkisi altına almaktaydı: Baasçılık. Baas, ”ölümden sonra yeniden diriliş” anlamına geliyordu ve bu hareket Arap birliği ülküsünü savunuyordu. Baasçılık, dini değil seküler bir hareketti, içinde biraz sosyalist unsurlar barındırıyordu ve devlet planlamasına dayalı bir kalkınca stratejisi vardı. Bu dönemde genç Saddam, Baas Partisi’ne katıldı; fakat bu parti henüz büyük bir hareket değildi, sadece birkaç yüz üyeye sahipti.
1958’de Irak’ta bir darbe oldu ve krallık sona erdi. Irak Cumhuriyeti ilan edilirken General Abdülkerim Kasım yönetimi ele geçirdi. Saddam ve çevresindeki gençler de sonunda emperyalizme karşı bir mücadele vereceklerini, Irak yönetiminin Iraklılara geçeceğini düşünerek umutlandılar.
Baas Partisi’nin Güç Mücadelesi
General Kasım’ın 1958’deki darbesi sonrası Saddam Hüseyin ve Baasçılar, Irak’ın bağımsızlık mücadelesini destekleyeceklerini umarak Kasım’ın arkasında durdular. Ancak Kasım, Baasçılarla koalisyon kurmak yerine komünistlere yaklaştı ve Baasçılar bu yeni rejimin muhalifleri haline geldi. 1959’da Kasım’a bir suikast tertiplendi ve genç Saddam’da bu projede yer aldı. Kasım’ın aracına pusu kurarak saldırı gerçekleştirdiler ancak General Kasım kurtuldu. Suikast ekibi ise kaçmak zorunda kaldı; Saddam da önce Suriye’ye, ardından Mısır’A sığındı. Burada Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın himayesinde faaliyetlerine devam etti. Nasır, Batı emperyalizmine karşı direnişiyle Arap dünyasında bir idol haline gelmiş bir isim ve Saddam için önemli bir figürdü.
Bu dönemde Saddam, hukuk eğitimi çalıştı ancak eğitim hayatı oldukça çalkantılı geçti. Siyasi faaliyetler ve hapsi cezaları arasında gidip geldi fakat tüm bu zorluklardan sonra diplomasını alabildi.
İktidar Mücadelesi ve Başarılı Darbeler
1963’te Kasım’a karşı düzenlenen Ramazan Darbesi’yle Baasçılar kısa süreliğine iktidara geldiler. Ancak bu yeni yönetim de aynı yıl başka bir darbe ile Baasçıları devre dışı bıraktı ve Saddam bu süreçte hapse girdi. Irak’ta iktidar kavgaları 1968’e kadar sürdü; bu sürece ülke sürekli darbelerle çalkalandı. Nihayet 1968’de bu sefer kansız bir darbe ile Baas Partisi yeniden iktidarı ele geçirdi. Saddam’ın kuzeni Ahmet Hasan el-Bekir başkan olurken, Saddam Hüseyin de başkan yardımcılığına getirildi.
Saddam, başkan yardımcısı olarak ülkenin gizli polis teşkilatı olmak üzere kritik alanları kontrol etmeye başladı. Bu dönemde Baas Partisi, Irak’ta otoriter bir rejim inşa etti. Gizli polis aracılığıyla muhalifler kontrol altına alındı ve iktidarın karşısında olan herkes devrim karşıtı olarak fişlenip cezalandırıldı. 1969’da Bağdat’ta halkın önünde gerçekleştirilen idam gösterileri ile halka açık bir şekilde korku verildi.
Irak’ın Ekonomik Yükselişi ve Kamulaştırma Hareketleri
Saddam’ın 1972’deki en büyük hamlesi, Irak Petrol Şirketi’ni kamulaştırmak oldu. Bu hamle Sovyetler Birliği’nin desteği ile gerçekleşti. 1970’lerdeki petrol krizi sırasında petrol fiyatları arttı ve Irak ekonomisi hızla büyümeye başladı. Baas hükümetinin, Irak ekonomisinin gelişmesine yönelik ciddi adımları sonrasında gayri safi yurtiçi hasıla 1968’de 2.8 milyar iken 1980’de yaklaşık 52 milyar dolara çıktı.
Bu ekonomik büyüme, Irak’ta devlet kapasitesinin gelişmesini sağladı. 1970’lerin sonunda ülkede geniş çaplı bir okuma yazma seferberliği başlatıldı. Devletim kurumsallaşması hız kazandı; Irak, Saddam döneminde daha güçlü ve organize bir yapıya kavuştu.
Eğitim Seferberliği
Irak 1970’lerde Baas Partisi yönetiminde okuryazarlık oranını arttırmak adına kapsamlı bir kampanya başlattı. Özellikle yetişkinlerdeki düşük okuryazarlık oranını yükseltmek için başlatılan bu projeyle 2 milyona yakın okuma yazma bilmeyen birey tespit edilde ve onlara eğitim verilmeye çalışışdı. Yaklaşık 400 bin yetişkin bu kampanyadan faydalandı ve 80 bin öğretmen bu süreçte görevlendirilerek insan sermayesinin geliştirilmesi hedeflendi.
Irak, yapılan bu eğitim hamlesiyle UNESCO tarafından ödüle layık görüldü. 1982 yılında UNESCO, Baas yönetimindeki Irak’ı eğitim başarısından dolayı onurlandırdı. Bu ödül, Baas rejiminin eğitim alanında kaydettiği başarısının uluslararası alanda da kabul gördüğünü ortaya koydu. Saddam’ın eğitim reformu ülkenin okuryazarlık oranında artışın yanı sıra aynı zamanda ideolojik bir altyapı oluşturarak halk üzerinde rejimin nüfuzunu güçlendirdi.
Sağlık Hizmetleri
Irak, Baas rejimi döneminde yalnızca eğitimde değil sağlık hizmetlerinde de önemli ilerlemeler kaydetti. Halk, devlet tarafından ücretsiz sağlık hizmetlerine erişim sağladı ve ekonomik kalkınma ile birlikte bu alanda ciddi gelişim kaydedildi. 1970’lerin sonlarından itibaren Irak vatandaşları, devletin sunduğu kaliteli sağlık hizmetlerinden faydalanmaya başladı. Ayrıca ücretsiz eğitim, toplumun refah seviyesini de yükseltti. Saddam, tüm bu hizmetlerde kaynak olarak kullanılması için petrolden elde ettiği gelirin büyük bir kısmını bu işlere ayırdı.
İktidarın Sağlamlaştırılması ve Elitlerin Kontrolü
Saddam Hüseyin, 1979 yılında resmen iktidare gelmesinin hemen ardından elitleri kontrol altına alarak otoritesini pekiştirdi. Elitlerin desteğini kazanmanın yanı sıra onlara gözdağı vermek amacıyla bir şov düzenlendi. Meclisi toplayarak, gizli polis teşkilatının ülkedeki hainleri tespit ettiğini belirten Saddam, bu kişilerin isimlerini tek tek okuyarak toplantıdan çıkarttı ve tutuklattı. Yaklaşık 20 kişi idam cezasına çarptırıldı.
Saddam’ın bu kritik hamlesi elitler üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmasına yardımcı oldu. Elitlere hem korku saldı hem de suça ortak ederek iktidarını tehdit edebilecek herhangi bir darbe girişimini önceden bertaraf etti. Bu stratejiyle Saddam, Irak’ın siyasi tarihinde darbelere karşı duyduğu korkuyu somut adımlarla savuşturdu ve hükümetini garanti altına aldı.
Saddam yalnızca elitlere korku salarak değil, aynı zamanda onları lüks hediyeleriyle ödüllendirerek de sempatilerini kazanmıştır. Lüks marka otomobiller ve lüks eşyaları çok seven bu elit sınıf, Saddam’a sadık kalarak onun iktidarını güçlendirecek bir unsur haline geldi. Halk ise petrodolardan sağlanan ekonomik gelirlerin altyapı projeleri ve sosyal hizmetler aracılığıyla kendilerine yansıtılmasından memnundu. Böylece Saddam bir taşla iki kuş vurmuş oldu.
İran İslam Devrimi ve Ortadoğu’ya Etkisi
1979 yılında Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen İran İslam Devrimi, tüm Ortadoğu’da geniş yankı uyandırdı. İran’da Şii teokrasisinin başa geçmesi, Irak gibi komşu ülkelerde jeopolitik kaydıları arttırdı. Saddam Hüseyin, İran’ın devrimi ihraç etmeye girişimlerinden çekinerek bu devrimin kendi ülkesi üzerindeki etkilerini bertaraf etme arayışına girdi. Irak’taki nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Şiiler nedeniyle Saddam, İran’dan gelebilecek herhangi bir müdaheleye karşı kendini güvende hissetmiyordu.
Humeyni’nin devrim sonrası Irak’ta Şiileri harekete geçirme girişimleri Saddam’ın başını daha fazla ağrıttı. Saddam bu duruma tepki göstererek İran’a saldırı hazırlıklarına başladı ve savaş yolunu tercih etti. İran’ın içerideki karışıklıkları ve ABD ile yaşadığı sorunlar nedeniyle güçsüz olduğunu düşünerek bu dönemin kendisi için bir fırsat olduğunu hesapladı.
İran-Irak Savaşının Başlangıcı
Saddam Hüseyin, Humeyni’nin devrim sonrası Arap ülkelerine yönelik devrim ihraç etme girişimlerini gerekçe göstererek İran’a resmen savaş ilan etti. Savaşın Irak lehine kısa sürede sona ereceği düşünülse de beklene olmadı ve savaş 8 yıl sürdü. Her iki taraf için de ağır kayıplarla sonuçlanan savaşta yaklaşık bir milyon kişi hayatını kaybetti. Saddam bu süreçte halk üzerindeki baskısını arttırarak kendisine yönelik muhalefet girişimlerini sert şekilde bastırdı.
Kürt Ayaklanmaları ve Saddamın Sert Müdahalesi
İran-Irak Savaşı sırasında kuzeydeki Kürt milisler İran’ın desteğiyle ayaklanarak Saddam yönetimine karşı isyana giriştiler. Halepçe bölgesini ele geçiren Kürt güçleri, Saddam’ın kendilerine odaklanmasını sağladılar. Saddam, Halepçe’yi kimyasal silahlarla bombalayarak binlerce kişinin ölümüne neden oldu ve bu olay, Saddam yönetiminin baskıcı yönünü gözler önüne serdi. Halepçe Katliamı, Saddam’ın halk üzerinde korku yaratma ve muhalefeti bastırma politikasının bir örneği olarak tarihe geçti.
Halepçe’de yaşananlar, yalnızca Kürtleri hedef almakla kalmadı; aynı zamanda iç siyasetteki her türlü isyana karşı bir uyarı niteliği de taşıdı. Saddam, Iraktaki tüm halk kesimlerine ve muhalefete karşı sert bir tutum içerisine girebileceğini göstermiş oldu. Halepçe katliamı Saddam yönetiminin kendisini tehdit eden her türlü harekete karşı radikal tedbirler alabileceğini açıkça ortaya koymuştur.
İran-Irak Savaşı’nın sona ermesiyle Saddam yönetimi ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldı. Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkelere olan borçlarını ödemekte zorlanan Saddam, bu borçların silinmesini talep etti. Özellikle Kuveyt’in petrol fiyatlarını düşük tutarak Irak ekonomisini olumsuz etkilemesi, Baas yönetimi ile Kuveyt arasında gerilimi tırmandırdı. Iraklı liderler Kuveyt’in bağımsız bir devlet olarak varlığını sorgularken bu küçük ülkenin petrol rezervlerine erişim sağlamayı hedefledi.
Kuveyt’in İşgali ve Sonrasındaki Körfez Savaşı
1990’da Saddam ansızın ordularını Kuveyt’e yönlendirerek bu ülkeyi işgal etti. Kuveyt’in stratejik konumunu ele geçirmek isteyen Saddam, Ortadoğu’da Irak’ın hakimiyetini pekiştirmek ve petrol kaynaklarına ulaşmak istiyordu. Ancak uluslararası toplum, Saddam’ın bu adımını kabul etmedi ve Irak’a yönelik yaptırımları hızlıca devreye soktu.
Saddam Kuveyt’i girdikten sonra uluslararası kamuoyunun tepkisiyle karşılaştı. Birleşmiş Milletler hemen yaptırım kararları aldı ve Saddam’a son bir şans tanıyarak Kuveyt’i boşaltmasını istedi. Ancak Saddam Kuveyt’i terk etmek için verilen süreyi son ana kadar umursamadı. Bu durum Amerika önderliğinde 35 ülkenin katıldığı bir koalisyon kurulmasına yol açtı ve koalisyon Saddam’a karşı Körfez Savaşını başlattı.
Körfez Savaşı 42 gün süren yoğun bir askerî müdahale ile başladı. Öncelikle hava saldırıları ile Irak’ın askeri tesisleri ve altyapısı hedef alındı. Bu bombardımanlar Irak’ın savunma kapasitesini büyük ölçüde çökertti. Ardından kara harekâtı devreye girdi ve kısa süre içerisinde Kuveyt, koalisyon güçlerinin kontrolüne geçti. Bu süreç, Saddam’ı yalnızca askerî anlamda değil uluslararası alanda da büyük bir sıkıntıya uğrattı.
Saddam Hüseyin’in Ortadoğu’dki hedefleri arasında tüm Arapları güçlü bir lider altında birleştirme ideali bulunuyordu. Baas Partisi’nin amacı, bu birleşmenin Saddam’ın liderliğinde olmasıydı. Ancak Kuveyt’i işgal etmesi, dünya genelinde petrol tedariği üzerinde büyük tehditler oluşturdu ve bu durum, Batılı ülkeler için ekonomik sorunlara yol açabileceği endişisini doğurdu. Kuveyt, Sovyetler Birliği’ne yakın olsa da Saddam’ın bu hamlesi bölgesel istikrarsızlığa yol açan bir tehdit olara görüldü. Ayrıca, Saddam’ın İsrail’e yönelik tehditleri, onun küresel sistem için bir ”patlamaya hazır bomba” olarak algılanmasına neden oldu.
Amerika, Saddam’ı devirme niyetinde değildi çünkü bu durum Ortadoğu’da daha büyük bir güç boşluğuna yol açabilirdi. 1990’ların başında Saddam, bölgeyi karıştırmaya devam etse de Amerika ve Batılı güçler, Saddam’ı devirmektense onu denetim altında tutmayı tercih etti. Bu süreçte Irak, küresel ekonomiden dışlanarak ciddi ekonomik yaptırımlarla karşılaştı. Petrol satışları kısıtlandı ve Irak’ın temel ihtiyaçlarını karşılaması imkansız hale geldi.
Saddam’ın bu politikaları ve işgal girişimlerinin ardından Irak ekonomi çöküş dönemine geçti. 70’lerdeki ekonomik büyümenin yerini 90’larda büyük bir gerileme aldı. Gayri safi yurt içi hasıla ciddi şekilde düştü ve dışarıdan alınması gerek hammaddeler de temin edilemez bir duruma düşüldü. 1995’te Birleşmiş Milletler, Irak’a karşı uygulanan yaptırımlar nedeniyle insani bir kriz oluştuğunu fark etti ve ”Oil for Food” (Petrol Karşılığı Gıda) programını başlattı. Bu program sayesinde Irak, petrol satışı yapabilse de gelirlerinin nasıl kullanılacağına BM karar verdi.
Kitle İmha Silahları
1990’lar boyunca Amerika, Saddam’ın elindeki kitle imha silahlarının yok etmesini istedi. Ancak Saddam, silahlarını yok etmedi ve müfettişlerin denetimine izin verme konusunda hiçbir adım atmadı. Gerçekten de Saddam, Körfez Savaşı sonrasında bu silahları yok etmişti fakat bunu hiçbir zaman açıklamadı. Saddam, silahları yok etmenin onu zayıf göstereceğini ve hem iç hem de dış düşmanlarının daha da güçlenmesine yol açacağını düşünüyordu. Ayrıca Amerika’nın Saddam’ın silahları bilmediğini düşündüğünü ve bu yüzden silahlarını yok etmeyi kabul etmediğini sanıyordu.
2003 yılına gelindiğinde Amerika ve Saddam arasındaki ilişkiler daha da gerildi. 11 Eylül saldırılarının ardından, Amerika’nın terörle mücadele stratejisi kapsamında Saddam, yine ”kitle imha saldırıları” ve ”terörizm” ile anılır olmaya başladı. Amerika, Saddam’ın silahları olduğu ve bölgesel bir tehdit oluşturduğunu iddia etti. 2003 yılında Bush yönetimi bu iddialara dayanarak Irak’a geniş çaplı bir saldırı başlattı.
Saddam, Amerika’nın Irak’ta tam ölçekli bir savaş başlatmasını beklemiyordu. Bunun maliyetli ve popülerliği düşüren bir hamle olacağını düşünüyordu. Ancak Amerika, Saddam’a karşı ”tam savaş” açtı ve Saddam’ın rejimini devirdi. Irak’ta büyük bir güç boşluğu oluştu ve ülke iç savaş ve kaos ile sürüklenme aşamasına geldi. Saddam’ın devrilmesi, bölgeyi daha da karıştırarak Irak’ı yıllarca sürecek bir istikrarsızlık dönemine soktu.
Saddam Hüseyin’in Irak’ta iktidarı devrildikten sonra ülke iç savaşın ve mezhep çatışmalarının pençesinde kaldı. Saddam devrildi ama Irak’ta ne güvenlik ne de huzur kaldı. Iraklılar, Saddam’ın yönetimi altındaki diktatörlükle karşılaştırıldığında günümüzde yaşadıkları kaosu daha büyük bir felaket olarak tanımlıyor.
Irak, Saddam yönetimi altında 90’lı yıllarda büyük bir ekonomik kriz ve sefalet yaşasa da 2000’li yıllara geldiğinde en azından orta sınıf iyileşmeye başlamıştı. Ancak Irak’ta en temel şey olan güvenlik tamamen ortadan kalkmıştı. Saddam döneminde insanların bir korkusu vardı ama en azından düzen vardı. Ama Saddam’ın devrilmesinin ardından Irak’ta ne bir düzen ne de bi güvenlik kaldı.
Amerika’nın müdahalesiyle başlayan yeni dönemde, Irak’ta Şii, Sünni ve Kürtler arasında mezhep çatışmaları arttı. Her grup kendi bölgesini kontrol etmeye çalıştı ama neticede ülkede hiçbir otorite kalmadı. Birçok bölge, milis grupların eline geçti. Irak’ta devlet otoritesi yok oldu ve otoritenin boşluğu yerine yerleşen her grup ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeye başladı.
Amerika, 2003 senesinde Saddam’ı devirdikten sonra Irak’a demokrasi getirme vaadinde bulundu. Ancak bu, tarihsel ve kültürel bağlamda Irak için oldukça yanıltıcı bir fikirdi. Amerika, demokrasiye giden yolu silahla açmayı düşündü ama bu strateji büyük bir felakete yol açtı. Sonuç olarak, Saddam devrilmiş olsa da, Irak’ta otorite boşluğu, kaos ve karmaşa katlanarak büyüdü. Saddam hiç şüphesiz bir diktatördü fakat Saddam’ın devrilmesinden sonra Irak halkı için yaşananlar daha büyük bir felaketti. Devletin işlevsizliği, güvenlik eksikliği ve mezhep çatışmaları Irak’ın yönetilemez hale gelmesine sebep oldu. Özetle Saddam’ın devrilmesi Irak’ın iyi bir yer olmasını sağlamadı aksine daha da karışık bir hale getirdi. Demokrasi, bir yere silahla götürülecek bir şey değildir!
